Müşteri ¼ parmak büyüklüğünde bir delik
arıyor, ¼ parmak kalınlığında matkap ucu değil...
Theodor (Ted) Levitt (Harvard Üniversitesi efsanevi pazarlama Profesörü)
Bir tarife göre yaratıcılık herkesin baktığına
bakmak, ama farklı bir şey görmektir.
Kendi geçmişimden bir örnek vereyim. Yıl 1980’lerin başı,
başlattığımız şirket, Maxim Integrated, henüz çok satan bir ürün yaratamamış ve
finansal açıdan rahatlayamamış durumda.
Piyasada yapabileceğimiz ürün varsa peşine düşüyor ve sorunlarını
gideren yeni bir tasarımla üretip piyasaya sürüyoruz. Zeki ve işinin ehli
uygulama mühendisimiz, Charlie Allen, bu ürünlerimizi kullanan müşterileri
telefonla arıyor ve onları ne için kullandıklarını öğrenmeye çalışıyor.
Ürünlerimizden birinin çok sattığını gören Charlie, müşterilere “Bunu niye
kullanıyorsunuz?” diye sorduğunda, çok sayıda müşterinin RS232 iletişimi
sağlayacak bir devreyi yapmakta olduğunu saptıyor. Sözünü ettiğim bu devre bilgisayarları
yazıcılara, modemlere bağlamak için kullanılan ve standartlaşmış bir devre...
Müşterilerin rakiplerimizden satın aldığı bu işi yapan ürün bizim devre olmadan
çalışmadığından, müşterilerin kapımıza geldiklerini anlıyor Charlie. Ve müşterinin asıl istediği devre, fikir
olarak gözümüzde canlanıyor: Bizim ve
rakibimizin ürünlerini birleştirecek ve RS232 iletişimini kusursuz bir şekilde sağlayacak
bir tasarım üstünde çalışmaya başlıyor mühendislerimiz.
Şirket sallanıyor
Üretime geçip,
ilk ilanlarımızın sonuçlarını gördüğümüzde şirket heyecandan sallanıyor. Normal bir ürünümüz için ilan yayımlandıktan
sonra 200–300
telefon alırken, MAX232 ilanına 2000–3000
telefon geliyor - yani 10 kat ilgi... Hem de sadece ABD’den
değil, Japonya’dan, Almanya’dan, her yerden...
Bu ürünümüz, kısa sürede satılan her PC, yazıcı,
ve modem cihazının içinde yerini alıyor – Maxim artık her elektrik mühendisinin duyup bildiği
bir dünya markası oluyor ve finansal endişeleri geride bırakıyor. Rakiplerimiz uzun zamandır pazarda olan bu
iki ürüne bakıp da Charlie’nin sorduğu soruyu sormadıklarına çok pişman
olmuşlardır sanırım. Charlie aslında bu
başarısını çocukluğumuzda hepimizin bıktırıncaya kadar sorduğumuz bir soruyu sorarak
elde ediyor: “Neden?”. Büyüdüğümüzde,
bizler bu soruyu sormak yerine “tahmin” etmeyi tercih ediyoruz. Sorun da buradan çıkıyor – tahminler tutmazsa
ürünler satmıyor, şirketler kapanıyor.
Bıçak satmak
Bir ürünün pazardaki başarısı, o ürünün
müşterinin ihtiyaçlarına ne derecede uyum sağladığıyla orantılıdır. Müşterinin asıl ihtiyacını anlamadan
tasarlanmış bir ürün hiç satmayabilir.
Örneğin bir bıçak üretiyorsunuz, müşteriler dükkâna gelip bıçaklara
bakıyor ve satın almadan çıkıp gidiyorlar. Halbuki bıçağınız piyasadaki en
keskin, en kaliteli, en ucuz bıçak! Sizce ne oluyor? Eğer ürettiğiniz bıçak döner bıçağı ise ve dükkana
gelen müşteriler sofrada ekmeğe tereyağı sürmek için bıçak arıyorsa bu sonuç
normaldir. Ne kadar uğraşırsanız
uğraşın, fiyat kırın hiçbir işe yaramaz, müşteri o bıçağı kolay kolay almaz.
Bu basit gözüken kavram uygulanmadığında, girişimcinin başarısızlığına neden oluyor.
İyi uygulandığındaysa, işin patlamasına...
Neden sorusu
Neden sorusunu çocukluğumuzda yaptığımız gibi
tekrar tekrar sormak ürünü doğru tanımlamak için önemlidir. Tahminlerimizi bir yana bırakıp, yanıtını
bildiğimizi düşünsek de bir kez daha “Neden?” diye sormak bizi başkalarının
bakıp da göremediğini görmeye götürür.
Örneğin, kumaş satıyorsunuz, bir müşteri geldi ve kırmızı kumaş
istedi. “Neden?” diye sordunuz. “Beyaz
kumaşla kullanacağım da...” dedi. Tekrar
“Neden?” diye sordunuz. “Bayrak
dikeceğim de...” dedi. Son bir defa,
“Neden?” dediniz. Bu kez “Teknemin
arkasına asacağım da, istediğim boyda bayrak bulamıyorum...” diye yanıtladı
sizi. Müşterinin asıl istediği ürün
sizin sattığınız kumaş değil; arayıp bulamadığı ve son çare olarak da tüm
zorlukları göze alıp kendisinin dikmeye razı olduğu bir “tekne bayrağı”. Herkes kumaş satıyor olabilir (az kâr); ama eğer
hiç kimse bu bayraktan satmıyorsa önünüze kârı yüksek bir fırsat çıkmış
olabilir... En azından müşterinin
alacağı kumaşların doğru özellikleri olmasını sağlamak için bu yöntem
kullanılmalıdır.
Ne işi yapacak?
Neden sorusuyla
müşterinin asıl “yapmak istediği işi” öğrenmeniz, ürünün özelliklerinin müşterinin
ihtiyacına yanıt vermesini sağlayacaktır. Her müşteri bu tür ürünleri arar
– sorunlarını tamamen çözecek, müşteri memnuniyeti yaratacak ürünleri
ister. Müşteri, istediği özellikleri
olan ürünü satın alarak beğenisini
gösterir, oy verir. Tam tersi durumdaysa
– döner bıçağı örneğinde olduğu gibi – ürünü satın almaz ve siz de bu seçimini o
aşamada değiştiremezsiniz. Tek çareniz,
eğer paranız ve sabrınız kaldıysa, baştan başlamak ve müşterinin istediği ürünü
yapmaya çalışmaktır.
Hedef müşteri kesimi
Çok duyduğumuz pazarlama terimlerinden biri
“hedef müşteri kesimi”, belki işinizin başarısı için en önemli kavramlardan
birini ifade eder. Fakat bu, girişimcilerin
uygulamakta önemli sorun yaşadıkları bir konudur. Klasik pazarlama derslerinde ne zamandır
öğretilen, müşteri kesimlerinin istatistiksel verilere dayanılarak belirlenilmesidir (sosyal, ekonomik, demografik, vb.). Yani yaş, cinsiyet, gelir seviyesi gibi özelliklere göre... Bu veriler genelde kolay elde edilebilir
olduğundan ve herkes de bu yöntemi kullandığı için, pazarlamacıların, durup düşünmeden, hedef
müşteri tanımlamakta ilk tercih ettikleri yol olur. Ama bu tercih girişimciler için ölümcül bir yanlıştır.
Durum odaklı kesim
Son senelerde bu yöntemi kullanıp da başarısız olan bir çok
girişime bakanlar farklı bir yöntem geliştirdiler. Müşteri kesimlerinin belirlenmesinde
“müşterinin ürünü hangi durumda kullandığına” bakmak doğru yöntem oldu (circumstance based segmentation*). Müşteri, yaptırmak istediği işe
bir çalışan alırcasına, bir ürün/hizmet “işe alır”. Ürün, bu açıdan bakıldığında yapılacak işe
uygun olmak zorundadır – doğru özellikleri olması gerekir. Müşterinin yaptırmak istediği işi yaratan
durum, ürünün özelliklerinin doğru tanımlanmasını sağlar. İstatistiksel veriler pazar büyüklüğünü
tahmin etmek için kullanılsa da, ürünü tanımlarken ve ürünün iş modelini
geliştirirken yapılması gereken, müşterinin “yapmak istediği işi”, o işe
gereksinimi yaratan durumu belirlemektir.
Müşteriyi tam memnun eden ürün, “tüm ürün” (whole product), ancak bu
şekilde odaklanınca yaratılabilir.
Çalışan değer teklifi
İşinizi başlatırken, ürün-müşteri uyumunu
yakaladığınızdan emin olmalısınız. İş
modelinizi en fazla etkileyecek karar hangi müşteriyi hedeflediğiniz ve onun
hangi “acı-haz” ihtiyaçlarını sizin “ürün/hizmet”lerinizle
karşıladığınızdır. Çalışan bir değer teklifi bu uyum
sağlandığında ortaya çıkar. “Acı”
müşterinin istemediği, “haz” ise sevdiği/istediğidir. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, acı/haz
müşterinin yaptığı işe, ürünü kullanacağı duruma göre değişir. İş belirlenmeden özellikler belirlenirse,
ürün-müşteri uyumu sağlanamaz ve değer teklifi zayıf olur. Belki müşteri gelip bakar, ama almadan
gider... Bıçağınız çok keskin olabilir, ama müşteri tereyağı bıçağı arıyorsa
“keskinlik” özelliği iyi değil, olumsuz bir özellik olur. Döner bıçağı “döner kesmek” işi için, tereyağı
bıçağı “sofrada kullanmak” işi için tasarlandıklarında müşteri memnuniyeti
yaratır.
Doğru yöne gitmek
Başarıyla başarısızlık arasındaki fark işin
ayrıntılarında gizlidir. Hepimiz, bu söyleşimde anlattığım ve basit gibi görünen bu kavramı bildiğimizi düşünsek de, birçok girişimcinin
“ihtiyacı doğru okumadan” yola çıktığını, ve yolun başından başarısızlığa mahkum olmuş işlere
saplandığını görüyorum. İhtiyacı doğru
okumak, girişimciyi doğru çözümü
yaratmaya yönlendirir. İş modelini doğru yöne götürür. Doğru çözüm müşteri
memnuniyetini yakalamanın yolunu açar.
Girişimciyi başarıya götürür.
Kalınız sağlıcakla.
Not: Düşüncelerinizi ve isteklerinizi benimle paylaşabilirsiniz: @ZiyaAbi / ziya@boyacigiller.com
*Clayton Christensen
(c) Copyright 2013 Ziya Boyacigiller